12 Ağustos 2015 Çarşamba

Haciz ve İhtiyati Haciz İşlemlerinde Yürütmeyi Durduramama ve Anayasa’ya Aykırılık Tartışması-II

Yazar: Erdal SÖNMEZ*
Yaklaşım / Kasım 2013 / Sayı: 251


C- KONUYA İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLARI
Danıştay 9. Daire’nin Kararı’nda(1); Vergi Mahkemesi’nin, 2577 sayılı İYUK’un 28. hükmünde haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceğinin öngörüldüğü, söz konusu maddeden; yürütmenin durdurulması kararı üzerine davalı idarece ihtiyati hacze konu gayrimenkul hakkında mahkemeleri kararı kesinleşinceye kadar 6183 sayılı Yasa’nın ilgili maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip yollarına gidilemeyeceği, taşınmazın satışa konu edilemeyeceği, ancak bu süreç zarfında tasarruf hakkının da korunacağını anlamak gerektiği, Mahkeme kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda davalı idarece ihtiyati haciz işleminin kaldırılmasının söz konusu olabileceği yönündeki Kararı’nı onamıştır.
Bahsolunan Karar’ın metni aşağıdaki gibidir:
“Davacı hakkında uygulanan 30.05.2000 tarih ve 5573 sayılı ihtiyati haciz işlemine karşı açılan davada yürütmenin durdurulmasına ilişkin olarak verilen mahkeme kararına istinaden, anılan işlemin kaldırılması yolundaki davacı başvurusunun reddine dair 14.12.2006 tarih ve 44201 sayılı davalı idare işleminin iptali ile mahkeme kararının kasıtlı olarak uygulanmadığından bahisle; davalı idare hakkında dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 30.000,00 YTL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle açılan davayı; davacı şirketin gayrimenkulüne uygulanan ihtiyati haciz işlemine karşı Mahkemelerinde açılan davada verilen 07.07.2006 tarih ve 2006/536 sayılı yürütmenin durdurulması kararı üzerine davacı tarafından söz konusu ihtiyati haczin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddinin hukuka aykırı olduğunun ileri sürüldüğü, 2577 sayılı Yasa md. 28 hükmünde haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceğinin öngörüldüğü, söz konusu maddeden; yürütmenin durdurulması kararı üzerine davalı idarece ihtiyati hacze konu gayrimenkul hakkında mahkemeleri, kararı kesinleşinceye kadar 6183 sayılı Yasa’nın ilgili maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip yollarına gidilemeyeceği, taşınmazın satışa konu edilemeyeceği, ancak bu süreç zarfında tasarruf hakkının da korunacağını anlamak gerektiği; olayda, Mahkemelerince verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine esastan verilen 28.02.2007 tarih ve E.2006/536, K.2007/189 sayılı Kararın davalı idarece temyiz edildiği görülmekle, ancak temyiz sonucunda mahkemeleri kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda davalı idarece ihtiyati haciz işleminin kaldırılmasının söz konusu olabileceğinden bu yöndeki davacı iddialarında hukuka uyarlık bulunmadığı, öte yandan; idarece Mahkeme kararına uyulmadığı ileri sürülerek 30.000,00 YTL manevi tazminata hükmedilmesi istenilmekte ise de; yukarıda anılan Yasa ve yapılan açıklamalar ışığında ancak mahkemeleri kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda ihtiyati haciz işleminin kaldırılması söz konusu olabileceğinden, bu yöndeki davacı iddialarına da itibar edilemeyeceği gerekçesiyle reddeden Gaziantep Vergi Mahkemesi’nin, 13.07.2007 tarih ve E.2006/1422, K.2007/673 sayılı Kararı’nın; yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın da bir mahkeme kararı olması ve olayda itiraz edilmeksizin kesinleşmiş bulunması karşısında uygulanması gerektiği, aksine bir düşüncenin yürütmenin durdurulması kararının yok sayılması anlamına geleceği, anılan karar uyarınca davalı idare tarafından işlem tesis edilmemesinin idarenin manevi tazminat sorumluluğunu doğuracağı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Karar: Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oybirliği ile karar verildi.”(2).
Danıştay 9. Daire’nin yukarıda belirtilen Kararı, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen yürütmeyi durdurma kararlarının davalı idarece ihtiyati hacze konu gayrimenkul hakkında mahkeme kararı kesinleşinceye kadar 6183 sayılı Yasa’nın ilgili maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip yollarına gidilmeyi önleyen; taşınmazın satışa konu edilmesini engelleyen mahiyette olduğu yönündedir. Ancak Mahkeme’nin bu yöndeki yargısının da hukuksal dayanağının bulunmadığı; zira 6183 sayılı Yasa’nın 28. maddesi incelendiğinde bu şekilde anlaşılabilecek hiç bir belirlemeye yer verilmediği görülecektir.
Konuyla karıştırılması muhtemel bir Karar da ise aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir:
“…
Davacının sahibi olduğu menkul mallar üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası gereğince ihtiyati haciz tesisine ilişkin 20.02.2009 tarih ve (...) sayılı davalı İdare işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden mahkeme kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusu hakkında karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulması istenilmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasında, 9. madde gereğince teminat istenmesini mucip hallerin mevcut olması halinde hiçbir müddetle mukayyet olmaksızın alacaklı amme idaresinin mahalli en büyük memurunun kararıyla, haczin ne suretle yapılacağına dair hükümlere göre, ihtiyati haczin derhal tatbik olunacağı belirtilmiştir.
Bu hükme göre ihtiyati haciz tesisi ancak teminat istenmesini gerektiren hallerin varlığının ortaya konulması durumunda mümkündür. Uyuşmazlık konusu vergilerle ilgili olarak davacıdan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 9. maddesinin birinci fıkrası gereğince teminat istenmesine ilişkin 20.02.2009 tarih ve 8203 sayılı davalı İdare işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden (...) Vergi Mahkemesinin kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Dördüncü ve Dokuzuncu Dairelerinin 2575 sayılı Danıştay Kanunu’na 3619 sayılı Kanunla eklenen Ek 1. maddesi uyarınca birlikte yaptığı toplantıda verilen Danıştay Dördüncü Dairesinin kararıyla, davacıdan teminat istenmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.
 Bu durumda, 6183 sayılı Kanun’un 13. maddesinin 1. fıkrasına göre tesis edilen ihtiyati hacze ilişkin işlemin de hukuki dayanağı kalmadığından yürütmenin durdurulması için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 52. maddesinin yollamada bulunduğu 27. maddenin 2. fıkrasında öngörülen şartların gerçekleştiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu mahkeme kararının ve dava konusu işlemin teminat aranmaksızın yürütülmesinin durdurulmasına, oybirliğiyle karar verildi”(3).
Yukarıda metnine yer verilen Karar’da İYUK’un 28/1. maddesi hükmüne değinilmemiş olması, ihtiyati haciz sürecine geçişi sağlayan usulün iptal edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. “Usul esasa mukaddemdir” ilkesinden hareketle, ihtiyati haczin uygulanabilir aşamaya geçişinin hukuken geçerli bir şekilde doğmadığı ifade edilmektedir.  
Bu yönde verilmiş çok sayıda karar mevcut olup bu kararların üzerinde durduğumuz İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesi ile bir ilintisi bulunmamaktadır.
D- İYUK’UN 28/1. MADDE HÜKMÜNÜN SON CÜMLESİNİN ANAYASA VE İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNE AYKIRILIK TARTIŞMASI
1- Anayasa’ya Aykırılık Tartışması
İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesini oluşturan haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir” hükmü İYUK’un yürürlüğe girdiği 20.01.1982 tarihinden beri uygulanmaktadır. Bahsolunan bu hükmün aşağıda belirttiğimiz gerekçelerle Anayasa’ya uygunluk sorunu taşıdığı kanaatindeyiz:
1- Anayasa’nın 125. maddesine göre;
“İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.
İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.
Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir…”
Yukarıda metnine yer verilen Anayasa hükmünden de anlaşılacağı üzere Kanun,
- Olağanüstü hallerde,
- Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde,
- Ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile
yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.
İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesi fiilen yürütmeyi durdurma kararının sınırlandırılması sonucu doğurmakta olup kanun koyucunun bu husus ile ilgili olarak sınırlama getirme yetkisi Anayasa’nın yukarıda bahsolunan hükmüne göre bulunmamaktadır. Zira haciz veya ihtiyati haciz işlemleri ile ilgili olarak Anayasa’nın yukarıda metnine yer verilen 125. maddesinde kanun koyucuya herhangi bir sınırlama yetkisi verilmemiş olup, kanun koyucunun hangi hallerde sınırlamaya gidebileceği maddede tadadi olarak sayılmıştır.
2- Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk Devletidir.
Anayasa Mahkemesi görmüş olduğu davalarda sıklıkla hukuk devleti ilkesine atıf yapmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin bir çok kararında tekrar ettiği hukuk devleti ilkesi Yüksek Mahkeme’ce şu şekilde tanımlanmıştır: 
“…
Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında tanımlanıp, vurgulanan, ayrıca öbür yargı organları kararlarıyla öğretideki nitelemelerle de açıklık kazanan hukuk devleti ilkesi, genel anlamda Anayasa ile kurulan düzene, hukukun temel kurallarına saygı, bağlılık ve uygunluğu anlatır.
Hukuk devleti, hukuksallığın kapsamlı, köklü ve etken olmasıyla geçerliliğini sürdürür.
Çağdaş bir hukuk devletinde, yargı denetimini ve hak arama özgürlüğünü, daha çok yönetimin siyasal yararına bağlı olarak, gereksiz biçimde ve olumsuz yönde güçleştirmek anayasal ilkelerle bağdaşmayan bir sınırlamadır. Yargı denetimini etkin kılmak, hukuk devletinin ve demokrasinin işlerliğinin göstergesi ve başlıca amacıdır…”(4) 
Görüleceği üzere hak arama hürriyeti Yüksek Mahkeme’ce hukuk devletinin temel unsurlarından sayılmıştır.
Anayasa’nın 36. maddesinde ise “Hak Arama Hürriyeti” şu şekilde tanımlanmıştır: 
“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir…”
Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasa’nın 2 ve 36. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesini oluşturan “haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir” hükmünün “hukuk devleti” ilkesine ve bu kapsamda “hak arama hürriyeti”ne aykırılık teşkil ettiği düşüncesindeyiz.
3- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 138/4. madde hükmüne göre “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Anayasa’nın bu hükmünün, haciz veya ihtiyati haciz kararı ile ilgili olarak mahkemece verilen yürütmeyi durdurma kararının gereğinin yerine getirilmesini zorunlu kıldığı; yürütmeyi durdurma kararı ile birlikte idari işlemin hiç tesis edilmemiş gibi başlangıca dönülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
2- Adil Yargılanma Hakkı Açısından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Aykırılık Tartışması
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) 1954 yılında taraf olmuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru hakkını ise 1987 yılında tanımıştır.
Adil yargılanma hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile hukuk düzenine getirilmiş olup, adil yargılama ilkesini içeren 6. maddesi aşağıdaki gibidir:
“Adil Yargılanma Hakkı
1. Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a) Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.”
Önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz üzere, Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte yine Anayasa’nın 125. maddesinde de; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen sav ve savunma hakkı, birbirini tamamlamakta olup, hak arama özgürlüğünün temelini oluşturmaktadır. Anayasa’nın yukarıda değinilen hükümleri hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden olan ve uluslararası hukuk kuralları ile ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “hak arama özgürlüğü”, “adil yargılanma hakkı” ve “mahkemeye başvuru hakkı” ilkeleri ile doğrudan ilgili olup; Anayasa’da bu hükümlere yer verilerek anılan temel haklara Anayasal bir değer yüklenmiştir.
İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesinde yer alan haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir” hükmünü, uluslararası hukuk kuralları ile ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “hak arama özgürlüğü”, “adil yargılanma hakkı” ve “mahkemeye başvuru hakkı” ilkelerinin ihlali olarak değerlendirmek mümkündür.
VI- SONUÇ
İYUK’un “Kararların Sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 1. numaralı fıkra hükmü uyarınca,  haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen yürütmeyi durdurma kararları hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilmektedir.
İYUK’un 28/1. madde hükmü uyarınca 27. maddeye göre haciz ve ihtiyati haciz işlemlerinde teknik olarak yürütmenin durdurulması talebinde bulunmak mümkün olmakla birlikte alınabilecek yürütmeyi durdurma kararının pratikte hiçbir faydası bulunmamaktadır. Bu garip ve çelişik durum, mükellefleri, yürütmeyi durdurma kararı alsalar dahi kararın düzeltilmesi talebinin görüşülmesi dahil davanın nihai olarak sonuçlanmasını beklemek durumunda bırakmaktadır. Vergi daireleri de uygulamada, anılan madde hükmünü gerekçe göstererek haciz veya ihtiyati haciz işlemlerinde mükelleflerin almış oldukları yürütmeyi durdurma kararlarını yerine getirmemektedirler. Hatta haciz veya ihtiyati haciz işlemlerine karşı açılan davanın ilk derece mahkemesinde mükellef lehine sonuçlanması durumunda dahi idarece temyiz yoluna gidilmişse ilk derece mahkemesinin mükellef lehine olan kararının, idarenin icrai işlemini durdurucu bir etkisi bulunmamaktadır. İYUK’un yürürlüğe girdiği 20.01.1982 tarihinden beri uygulanmakta olan bu hükmün birçok noktada Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu kanaatindeyiz.
İYUK’un yazımızın konusunu oluşturan 28/1. maddesinin son cümle hükmünün gerek vergi idaresince uygulanmasında gerekse Danıştay’ın bu uygulamaya uygun olarak vermiş olduğu ve metnine yazımızın içinde değindiğimiz Kararı’nda, madde hükmünün katı bir şekilde uygulanmasının pratik nedenlere dayandığını; haciz ve ihtiyati haciz işlemlerinde yürütmeyi durdurma kararının uygulanması durumunda mükelleflerin, idarenin alacağının takip ve tahsilini imkansız kılacak biçimde haczedilen malları kaçırabileceği kaygısının hakim olduğunu ve bu noktada pratik kaygıların hukukun önüne geçtiğini düşünmekteyiz.


*          YMM, E. Hesap Uzmanı
(G)         Yazının I. Bölümü İçin Bkz. Yaklaşım, Sayı: 250, Ekim 2013, s. 95-101
(1)         Dn. 9. D.’nin, 30.12.2008 tarih ve E. 2007/6035, K. 2008/6456 sayılı Kararı.
(2)         Dn. 9. D.’nin, 30.12.2008 tarih ve E. 2007/6035, K. 2008/6456 sayılı Kararı.
(3)         Dn. 4. D.’nin, 27.01.2010 tarih ve E. 2010/125 sayılı Kararı.
(4)         Anayasa Mahkemesi’nin, 05.05.1992 tarih ve E. 1992/27, K. 1992/31 sayılı Kararı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder