Yazar: Erdal SÖNMEZ*
Yaklaşım / Kasım 2013 / Sayı: 251
C- KONUYA İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLARI
Danıştay
9. Daire’nin Kararı’nda(1); Vergi Mahkemesi’nin, 2577 sayılı İYUK’un
28. hükmünde haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda
verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece
işlem tesis edileceğinin öngörüldüğü, söz konusu maddeden; yürütmenin
durdurulması kararı üzerine davalı idarece ihtiyati hacze konu
gayrimenkul hakkında mahkemeleri kararı kesinleşinceye kadar 6183 sayılı
Yasa’nın ilgili maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip yollarına
gidilemeyeceği, taşınmazın satışa konu edilemeyeceği, ancak bu süreç
zarfında tasarruf hakkının da korunacağını anlamak gerektiği, Mahkeme
kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda davalı idarece ihtiyati
haciz işleminin kaldırılmasının söz konusu olabileceği yönündeki
Kararı’nı onamıştır.
Bahsolunan Karar’ın metni aşağıdaki gibidir:
“Davacı
hakkında uygulanan 30.05.2000 tarih ve 5573 sayılı ihtiyati haciz
işlemine karşı açılan davada yürütmenin durdurulmasına ilişkin olarak
verilen mahkeme kararına istinaden, anılan işlemin kaldırılması
yolundaki davacı başvurusunun reddine dair 14.12.2006 tarih ve 44201
sayılı davalı idare işleminin iptali ile mahkeme kararının kasıtlı
olarak uygulanmadığından bahisle; davalı idare hakkında dava tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 30.000,00 YTL manevi
tazminata hükmedilmesi istemiyle açılan davayı; davacı şirketin
gayrimenkulüne uygulanan ihtiyati haciz işlemine karşı Mahkemelerinde
açılan davada verilen 07.07.2006 tarih ve 2006/536 sayılı yürütmenin
durdurulması kararı üzerine davacı tarafından söz konusu ihtiyati haczin
kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddinin hukuka aykırı
olduğunun ileri sürüldüğü, 2577 sayılı Yasa md. 28 hükmünde haciz veya
ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis
edileceğinin öngörüldüğü, söz konusu maddeden; yürütmenin
durdurulması kararı üzerine davalı idarece ihtiyati hacze konu
gayrimenkul hakkında mahkemeleri, kararı kesinleşinceye kadar 6183
sayılı Yasa’nın ilgili maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip
yollarına gidilemeyeceği, taşınmazın satışa konu edilemeyeceği, ancak bu süreç zarfında tasarruf hakkının da korunacağını anlamak gerektiği;
olayda, Mahkemelerince verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine
esastan verilen 28.02.2007 tarih ve E.2006/536, K.2007/189 sayılı
Kararın davalı idarece temyiz edildiği görülmekle, ancak temyiz
sonucunda mahkemeleri kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda
davalı idarece ihtiyati haciz işleminin kaldırılmasının söz konusu
olabileceğinden bu yöndeki davacı iddialarında hukuka uyarlık
bulunmadığı, öte yandan; idarece Mahkeme kararına uyulmadığı ileri
sürülerek 30.000,00 YTL manevi tazminata hükmedilmesi istenilmekte ise
de; yukarıda anılan Yasa ve yapılan açıklamalar ışığında ancak
mahkemeleri kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda ihtiyati haciz
işleminin kaldırılması söz konusu olabileceğinden, bu yöndeki davacı
iddialarına da itibar edilemeyeceği gerekçesiyle reddeden Gaziantep
Vergi Mahkemesi’nin, 13.07.2007 tarih ve E.2006/1422, K.2007/673 sayılı
Kararı’nın; yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın da bir mahkeme
kararı olması ve olayda itiraz edilmeksizin kesinleşmiş bulunması
karşısında uygulanması gerektiği, aksine bir düşüncenin yürütmenin
durdurulması kararının yok sayılması anlamına geleceği, anılan karar
uyarınca davalı idare tarafından işlem tesis edilmemesinin idarenin
manevi tazminat sorumluluğunu doğuracağı ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Karar:
Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan
Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun
görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar,
sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından
temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oybirliği ile karar
verildi.”(2).
Danıştay
9. Daire’nin yukarıda belirtilen Kararı, haciz veya ihtiyati haciz
uygulamaları ile ilgili davalarda verilen yürütmeyi durdurma
kararlarının davalı idarece ihtiyati hacze konu gayrimenkul hakkında
mahkeme kararı kesinleşinceye kadar 6183 sayılı Yasa’nın ilgili
maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip yollarına gidilmeyi önleyen;
taşınmazın satışa konu edilmesini engelleyen mahiyette olduğu
yönündedir. Ancak Mahkeme’nin bu yöndeki yargısının da hukuksal
dayanağının bulunmadığı; zira 6183 sayılı Yasa’nın 28. maddesi
incelendiğinde bu şekilde anlaşılabilecek hiç bir belirlemeye yer
verilmediği görülecektir.
Konuyla karıştırılması muhtemel bir Karar da ise aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir:
“…
Davacının
sahibi olduğu menkul mallar üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası gereğince
ihtiyati haciz tesisine ilişkin 20.02.2009 tarih ve (...) sayılı davalı
İdare işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden mahkeme
kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusu hakkında karar
verilinceye kadar yürütmenin durdurulması istenilmiştir.
6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin
birinci fıkrasında, 9. madde gereğince teminat istenmesini mucip
hallerin mevcut olması halinde hiçbir müddetle mukayyet olmaksızın
alacaklı amme idaresinin mahalli en büyük memurunun kararıyla, haczin ne
suretle yapılacağına dair hükümlere göre, ihtiyati haczin derhal tatbik
olunacağı belirtilmiştir.
Bu
hükme göre ihtiyati haciz tesisi ancak teminat istenmesini gerektiren
hallerin varlığının ortaya konulması durumunda mümkündür. Uyuşmazlık
konusu vergilerle ilgili olarak davacıdan 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 9. maddesinin birinci fıkrası gereğince
teminat istenmesine ilişkin 20.02.2009 tarih ve 8203 sayılı davalı İdare
işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden (...) Vergi
Mahkemesinin kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusu
üzerine Danıştay Dördüncü ve Dokuzuncu Dairelerinin 2575 sayılı Danıştay
Kanunu’na 3619 sayılı Kanunla eklenen Ek 1. maddesi uyarınca birlikte
yaptığı toplantıda verilen Danıştay Dördüncü Dairesinin kararıyla,
davacıdan teminat istenmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilerek
yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.
Bu
durumda, 6183 sayılı Kanun’un 13. maddesinin 1. fıkrasına göre tesis
edilen ihtiyati hacze ilişkin işlemin de hukuki dayanağı kalmadığından
yürütmenin durdurulması için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 52. maddesinin yollamada bulunduğu 27. maddenin 2. fıkrasında
öngörülen şartların gerçekleştiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, temyize konu mahkeme kararının ve dava konusu işlemin
teminat aranmaksızın yürütülmesinin durdurulmasına, oybirliğiyle karar
verildi”(3).
Yukarıda
metnine yer verilen Karar’da İYUK’un 28/1. maddesi hükmüne değinilmemiş
olması, ihtiyati haciz sürecine geçişi sağlayan usulün iptal edilmiş
olmasından kaynaklanmaktadır. “Usul esasa mukaddemdir”
ilkesinden hareketle, ihtiyati haczin uygulanabilir aşamaya geçişinin
hukuken geçerli bir şekilde doğmadığı ifade edilmektedir.
Bu
yönde verilmiş çok sayıda karar mevcut olup bu kararların üzerinde
durduğumuz İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesi ile bir ilintisi
bulunmamaktadır.
D- İYUK’UN 28/1. MADDE HÜKMÜNÜN SON CÜMLESİNİN ANAYASA VE İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNE AYKIRILIK TARTIŞMASI
1- Anayasa’ya Aykırılık Tartışması
İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesini oluşturan “haciz
veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis
edilir” hükmü İYUK’un yürürlüğe girdiği 20.01.1982
tarihinden beri uygulanmaktadır. Bahsolunan bu hükmün aşağıda
belirttiğimiz gerekçelerle Anayasa’ya uygunluk sorunu taşıdığı
kanaatindeyiz:
1- Anayasa’nın 125. maddesine göre;
“İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.
…
İdari
işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların
doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin
durdurulmasına karar verilebilir.
Kanun,
olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca
milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin
durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir…”
Yukarıda metnine yer verilen Anayasa hükmünden de anlaşılacağı üzere Kanun,
- Olağanüstü hallerde,
- Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde,
- Ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile
yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.
İYUK’un
28/1. maddesinin son cümlesi fiilen yürütmeyi durdurma kararının
sınırlandırılması sonucu doğurmakta olup kanun koyucunun bu husus ile
ilgili olarak sınırlama getirme yetkisi Anayasa’nın yukarıda bahsolunan
hükmüne göre bulunmamaktadır. Zira haciz veya ihtiyati haciz işlemleri
ile ilgili olarak Anayasa’nın yukarıda metnine yer verilen 125.
maddesinde kanun koyucuya herhangi bir sınırlama yetkisi verilmemiş
olup, kanun koyucunun hangi hallerde sınırlamaya gidebileceği maddede
tadadi olarak sayılmıştır.
2- Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk Devletidir.
Anayasa Mahkemesi görmüş olduğu davalarda sıklıkla hukuk devleti ilkesine atıf yapmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin bir çok kararında tekrar ettiği hukuk devleti ilkesi Yüksek Mahkeme’ce şu şekilde tanımlanmıştır:
“…
Anayasa
Mahkemesi’nin birçok kararında tanımlanıp, vurgulanan, ayrıca öbür
yargı organları kararlarıyla öğretideki nitelemelerle de açıklık kazanan
hukuk devleti ilkesi, genel anlamda Anayasa ile kurulan düzene, hukukun
temel kurallarına saygı, bağlılık ve uygunluğu anlatır.
Hukuk devleti, hukuksallığın kapsamlı, köklü ve etken olmasıyla geçerliliğini sürdürür.
Çağdaş
bir hukuk devletinde, yargı denetimini ve hak arama özgürlüğünü, daha
çok yönetimin siyasal yararına bağlı olarak, gereksiz biçimde ve olumsuz
yönde güçleştirmek anayasal ilkelerle bağdaşmayan bir sınırlamadır.
Yargı denetimini etkin kılmak, hukuk devletinin ve demokrasinin
işlerliğinin göstergesi ve başlıca amacıdır…”(4)
Görüleceği üzere hak arama hürriyeti Yüksek Mahkeme’ce hukuk devletinin temel unsurlarından sayılmıştır.
Anayasa’nın 36. maddesinde ise “Hak Arama Hürriyeti” şu şekilde tanımlanmıştır:
“Herkes,
meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir…”
Anayasa
Mahkemesi kararları ve Anayasa’nın 2 ve 36. maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesini oluşturan “haciz
veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis
edilir” hükmünün “hukuk devleti” ilkesine ve bu kapsamda “hak arama hürriyeti”ne aykırılık teşkil ettiği düşüncesindeyiz.
3- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 138/4. madde hükmüne göre “Yasama
ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır;
bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve
bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Anayasa’nın
bu hükmünün, haciz veya ihtiyati haciz kararı ile ilgili olarak
mahkemece verilen yürütmeyi durdurma kararının gereğinin yerine
getirilmesini zorunlu kıldığı; yürütmeyi durdurma kararı ile birlikte
idari işlemin hiç tesis edilmemiş gibi başlangıca dönülmesi gerektiği
kanaatindeyiz.
2- Adil Yargılanma Hakkı Açısından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Aykırılık Tartışması
Türkiye,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) 1954 yılında taraf olmuş,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru hakkını ise
1987 yılında tanımıştır.
Adil
yargılanma hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile hukuk düzenine
getirilmiş olup, adil yargılama ilkesini içeren 6. maddesi aşağıdaki
gibidir:
“Adil Yargılanma Hakkı
1.
Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek
olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda verilir;
ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal
güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel
hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda
görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel
durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, duruşmalar dava
süresince tamamen veya kısmen basına ve dinleyicilere kapalı olarak
sürdürülebilir.
2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.
3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir:
a)
Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda,
anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c)
Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir savunmacının yardımından
yararlanmak ve eğer savunmacı tutmak için mali olanaklardan yoksun
bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece
görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından
yararlanabilmek;
d)
İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının
da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve
dinlenmesinin sağlanmasını istemek;
e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından para ödemeksizin yararlanmak.”
Önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz üzere, Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti”
başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte yine
Anayasa’nın 125. maddesinde de; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolunun açık olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın
36. maddesinde yer verilen sav ve savunma hakkı, birbirini tamamlamakta
olup, hak arama özgürlüğünün temelini oluşturmaktadır. Anayasa’nın
yukarıda değinilen hükümleri hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden
olan ve uluslararası hukuk kuralları ile ülkemizin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “hak arama özgürlüğü”, “adil yargılanma hakkı” ve “mahkemeye başvuru hakkı” ilkeleri ile doğrudan ilgili olup; Anayasa’da bu hükümlere yer verilerek anılan temel haklara Anayasal bir değer yüklenmiştir.
İYUK’un 28/1. maddesinin son cümlesinde yer alan “haciz
veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar
hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis
edilir” hükmünü, uluslararası hukuk kuralları ile ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “hak arama özgürlüğü”, “adil yargılanma hakkı” ve “mahkemeye başvuru hakkı” ilkelerinin ihlali olarak değerlendirmek mümkündür.
VI- SONUÇ
İYUK’un “Kararların Sonuçları” başlıklı 28. maddesinin 1.
numaralı fıkra hükmü uyarınca, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları
ile ilgili davalarda verilen yürütmeyi durdurma kararları hakkında bu
kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilmektedir.
İYUK’un
28/1. madde hükmü uyarınca 27. maddeye göre haciz ve ihtiyati haciz
işlemlerinde teknik olarak yürütmenin durdurulması talebinde bulunmak
mümkün olmakla birlikte alınabilecek yürütmeyi durdurma kararının
pratikte hiçbir faydası bulunmamaktadır. Bu garip ve çelişik durum,
mükellefleri, yürütmeyi durdurma kararı alsalar dahi kararın
düzeltilmesi talebinin görüşülmesi dahil davanın nihai olarak
sonuçlanmasını beklemek durumunda bırakmaktadır. Vergi daireleri de
uygulamada, anılan madde hükmünü gerekçe göstererek haciz veya ihtiyati
haciz işlemlerinde mükelleflerin almış oldukları yürütmeyi durdurma
kararlarını yerine getirmemektedirler. Hatta haciz veya ihtiyati haciz
işlemlerine karşı açılan davanın ilk derece mahkemesinde mükellef lehine
sonuçlanması durumunda dahi idarece temyiz yoluna gidilmişse ilk derece
mahkemesinin mükellef lehine olan kararının, idarenin icrai işlemini
durdurucu bir etkisi bulunmamaktadır. İYUK’un yürürlüğe girdiği
20.01.1982 tarihinden beri uygulanmakta olan bu hükmün birçok noktada
Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu
kanaatindeyiz.
İYUK’un
yazımızın konusunu oluşturan 28/1. maddesinin son cümle hükmünün gerek
vergi idaresince uygulanmasında gerekse Danıştay’ın bu uygulamaya uygun
olarak vermiş olduğu ve metnine yazımızın içinde değindiğimiz
Kararı’nda, madde hükmünün katı bir şekilde uygulanmasının pratik
nedenlere dayandığını; haciz ve ihtiyati haciz işlemlerinde yürütmeyi
durdurma kararının uygulanması durumunda mükelleflerin, idarenin
alacağının takip ve tahsilini imkansız kılacak biçimde haczedilen
malları kaçırabileceği kaygısının hakim olduğunu ve bu noktada pratik
kaygıların hukukun önüne geçtiğini düşünmekteyiz.
* YMM, E. Hesap Uzmanı
(G) Yazının I. Bölümü İçin Bkz. Yaklaşım, Sayı: 250, Ekim 2013, s. 95-101
(1) Dn. 9. D.’nin, 30.12.2008 tarih ve E. 2007/6035, K. 2008/6456 sayılı Kararı.
(2) Dn. 9. D.’nin, 30.12.2008 tarih ve E. 2007/6035, K. 2008/6456 sayılı Kararı.
(3) Dn. 4. D.’nin, 27.01.2010 tarih ve E. 2010/125 sayılı Kararı.
(4) Anayasa Mahkemesi’nin, 05.05.1992 tarih ve E. 1992/27, K. 1992/31 sayılı Kararı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder