12 Ağustos 2015 Çarşamba

SORU ve CEVAPLAR

Banka Kredisi İçin Ödenen Hayat Sigortası Primi Gelir Vergisi Matrahından İndirilebilir mi?
Şirketimizin bir çalışanı 01.10.2013 tarihinde kullandığı 60 ay vadeli 48.000 TL banka kredisi için 1.743 TL hayat sigortası primi ödemiştir. Bu primi adı geçenin aylık ücretinden ne şekilde indirim konusu yapabiliriz?
Ahmet SABİT
Bilindiği üzere, 25.10.2012 tarih ve 85 no.lu Gelir Vergisi Sirkülerinin 8.2. Ödenen Şahıs Sigorta Primlerinin Ücret Matrahının Tespitinde İndirimi” başlıklı bölümünde; şahıs sigortaları için ödenen primlerin elde edilen ücretin % 15’ine kadar olan kısmının ücret matrahının tespitinde indirilebileceği, şahıs sigorta şirketlerinin Türkiye’de yerleşik ve merkezinin Türkiye’de bulunması gerektiği; “10. Diğer Hususlar” başlıklı bölümünde de konut, taşıt ve tüketici gibi kredilerin kullanımı sırasında bu kredilere bağlı olarak ilgili bankalarca yapılan hayat sigortası poliçelerine ilişkin ödenen primlerin, Gelir Vergisi Kanunu’nun 63. maddesinin 1. fıkrasının 3. bendinin uygulamasında indirim olarak dikkate alınabileceği açıklanmıştır.
Buna göre, çalışanınız tarafından 60 ay vadeli olarak kullanılan krediye istinaden yapılan 1.743 TL tutarındaki hayat sigortası priminin; hayat sigortası primine ait ödeme belgesinin Şirketinize ibraz edilmesi şartıyla, ibraz edilen ay da dahil olmak üzere kalan ay sayısı toplamına bölünerek aylık prim tutarının hesaplanması ve her aya ilişkin indirilebilecek azami tutarı geçmemek şartıyla ücret matrahından indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır.

Rahatsızlığın Yol Açtığı İşgücü Kaybı Oranı Önemli
Sorum babamla ilgili. Babamın sigortalı (SSK) çalışarak ödenmiş 7200 gün primi var. Ancak emekli olmak için aranan yaşı doldurmasına daha 7 yıl süresi var. Babam behçet hastası. Yeni çıkan Kanun’a göre malûlen emekli olabilir mi? Malûlen emekli olmazsa bu hatalığı nedeniyle yaşı beklemeden emekli olma şansı var mı?
Asuman A.
Malûlen emekli olmak için; 10 yıl sigortalılık süresi, 1800 gün prim ödeme ve en az yüzde 60 oranında işgücü gücü kaybı aranıyor. Süre ve prim şartını sağladığından, hastalığı nedeniyle yüzde 60 oranında işgücü kaybına uğradığına dair rapor alabilir ve bu raporu inceleyecek olan SGK Sağlık Kurulu malûliyetine karar verirse malûlen emekli olabilir.
Ayrıca en az yüzde 40 oranında işgücü kaybına uğradığına dair rapor ve maliyeden vergi indirim hakkı alabilirse, engelli hakkıyla da emekli olması mümkün.

Tek Ortaklı Limited Şirketin Tek Ortağı ve Müdürü Olan Kişiye Ücret Ödemesi Yapılıp Yapılamayacağı
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na göre tek ortaklı limited şirket olarak kurulan bir şirkette, şirketin kurucusu, tek ortağı ve müdürü olan kişiye aylık ücret ödeyip ödeyemeyeceğimiz ve ödediğimiz ücretleri gider olarak dikkate alıp alamayacağımız konusunda bilgi verebilir misiniz?
Nursel AKIN
Tek ortaklı olarak kurulan şirketinizde, hizmeti karşılığı, şirket müdürü ve tek ortağı olan kişiye emsallere uygunluk ilkesine aykırı olmamak şartıyla yapılacak ödemelerin, GVK’nın 61. maddesine göre ücret olarak kabul edilmesi gerekmekte olup, ücret ödemeleri üzerinden yine aynı Kanun’un 94. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendine göre, gelir vergisi tevkifatı yapmanız gerekmektedir. Ayrıca, ödediğiniz bu ücretleri KVK’nın 6. maddesine göre kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak indirim konusu yapmanız mümkün bulunmaktadır. Ancak, şirketiniz tarafından ödenen ücretin emsallere uygunluk ilkesine aykırı olması halinde, KVK’nın transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtılması hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı ve emsaline göre fazla ödenen tutarların kurum kazancının tespitinde gider olarak indirim konusu yapılamayacağı tabiidir.

Emekli Olmanız Eşinizden Ölüm (Dul) Aylığı Almanıza Mani Değil
Eşim ve ben Emekli Sandığı’ndan emekliyiz ve emekli maaşı alıyoruz. Eşimin vefatı halinde onun maaşından faydalanabilir miyim?
Süheyla
Emekli olmanız eşinizden dolayı ölüm (dul) aylığı almanıza mani değil. Eşinizin vefatı halinde eşinizden dolayı dul aylığı alacaksınız. Hem kendi aylığınızı hem de eşinizden dul aylığı alabilirsiniz.

Yabancı Müşteriler İçin Kiralanan Stad Localarına Ödenen Kira Bedelleri Gider Yazılabilir mi?
Şirketimiz yurt dışından gelen müşterilerinin kulüp maçlarını stadda izleme isteklerini dikkate alarak Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinden loca kiralamıştır. Söz konusu localar için ödediğimiz kira bedellerini, temsil ve ağırlama gideri olarak indirim konusu yapabilir miyiz?
Bahtiyar DEDE
Bilindiği üzere, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarında tadadi şekilde belirlenen giderler dışında kalan ticari organizasyona bağlı olarak yapılan giderlerdir. Ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilebilmesi için yapılan genel giderlerin matrahtan indirilebilmesi için, giderle kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi arasında illiyet bağının bulunması, giderin keyfi olmaması, yani kazancın elde edilmesi için mecburi olarak yapılması, yapılan gider karşılığında gayrimaddi bir kıymet iktisap edilmemiş olması gerekir (GVK md. 40, KVK md.6, 8).
Sorunuzda belirtilen stad locası kiralamaları şirket tüzel kişiliğinin kendi iradesinin sonucu olup, faaliyetlerinizin yürütülmesi ve gelir elde edilmesi için zorunlu bir harcamayı gerektirmemektedir. Diğer bir ifadeyle, yurt dışından gelen müşterilerinizin Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarının maçlarını staddan izleyebilmeleri için loca kiralanması nedeniyle ödenecek kira bedelleri, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi esnasında yapılan bir harcama ve gider unsuru gibi görünmekle beraber, geliri doğuran olayla açık ve güçlü bir illiyet bağı mevcut değildir.
Buna göre, şirketinizin yurt dışından gelen müşterilerin maç izlemeleri için kiraladığı stad locaları nedeniyle ödediği kira bedelleri, kurum kazancınızın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel gider olarak kabul edilemeyeceğinden, söz konusu kira ödemelerini, safi kurum kazancının tespitinde gider olarak indirim konusu yapmanız mümkün bulunmamaktadır. Maliye Bakanlığı’nın görüşü de bu doğrultudadır (MB. GİB. Büyük Mükellefler VDB’nin, 20.08.2013 tarih ve 64597866-125[8-2013]-130 sayılı Özelgesi).

Sayısal Loto Bayiliği Yapan Limited Şirketin KDV Mükellefiyeti
Sayısal loto bayiliğine başlayan bir limited şirketin KDV mükellefiyeti tesis ettirip ettirmeyeceği konusunda bilgi verebilir misiniz?
Cemil ÖZSOY
KDV Kanunu’nun; 1/3-b maddesinde, her türlü şans ve talih oyunlarının tertiplenmesi ve oynanmasının KDV’ye tabi olduğu, 8/e maddesinde, her türlü şans ve talih oyunlarını tertip edenlerin KDV’nin mükellefi olduğu, 23/a maddesinde, spor toto oyununda ve milli piyango dahil her türlü piyangoda, oyuna ve piyangoya katılma bedelinin özel matrah şekline tabi olduğu hükme bağlanmıştır.
Buna göre, her türlü şans ve talih oyunlarında KDV’nin mükellefi bu oyunları tertipleyen kurum ve kuruluşlar olup, özel matrah şekline tabi bu faaliyetlerde KDV’nin tamamı önceki aşamada bu kurum ve kuruluşlar tarafından beyan edilip ödenmektedir. Özel matrah şekli uygulamasına ilişkin açıklamaların yer aldığı 89 seri no.lu KDV Genel Tebliği’nin (B/l) bölümünde de, teslim ve hizmetleri münhasıran vergisi önceki safhada beyan edilen işlemlerden oluşanların katma değer vergisi mükellefi olmayacakları, bu işlemlerin kısmen yapılması halinde ise, mükellefiyetin sadece diğer teslim ve hizmetlerle sınırlı olacağı belirtilmiştir.
Bu çerçevede, sayısal loto oyunu oynatmanız karşılığında aldığınız bedellere ilişkin KDV’nin tamamı önceki safhada beyan edilip ödeneceğinden, bu faaliyetiniz nedeniyle KDV mükellefiyeti tesis ettirmenize gerek bulunmamaktadır. Ancak, başka faaliyetleriniz nedeniyle KDV mükellefiyetinizin bulunması halinde, sayısal loto oyunu oynatmanız karşılığında aldığınız bedelleri yalnızca 1 no.lu KDV Beyannamesinin 42. satırında beyan etmeniz gerekmektedir.

Yaş Düzeltmesi Kabul Edilmez
Sigorta başlangıç tarihim 1 Mayıs 1984’tür. Sigorta başlangıcımdaki doğum tarihim 3 Kasım 1968’dir. Temmuz 1986 ayında yaşımı askere gitmek için mahkeme kararıyla büyüttüm. Doğum tarihim mahkeme kararıyla 1 Kasım 1965 oldu.
Yeni doğum tarihime göre Kasım ayında emekli olabiliyorum. Ancak emekli olamayacağımı söyleyenlerde var.  Dava açarak emekli olabilir miyim? Net bir cevaba ulaşamadım. Bilgilendirseniz sevinirim.
Faruk B.
Sigorta başlangıç tarihinden sonraki yaş düzeltmeleri emeklilik işlemlerinde dikkate alınmaz. Emeklilik işlemleriniz,  ilk defa sigortalı olduğunuz tarihte nüfus kütüğünde kayıtlı olan doğum tarihinize göre, yani 1 Kasım 1968’e göre yürütülür.  Toplam 5225 gün prim ödemeniz varsa, 48 yaşınızı dolduracağınız 1 Kasım 2016 tarihinde emekli olabilirsiniz. Dava açarak herhangi bir hak elde edemezsiniz. Bu Yasa hükmü. Hak elde edebilmeniz için Yasa’nın değişmesi gerekir.

MALİYE BAKANLIĞI ÖZELGELERİ

Maliye Bakanlığı Özelgesi

Tarih   : 29.08.2013
Sayı : 49327596-125[KVK.ÖZ.2012/13]-222
KVK Md. 15
KDVK Md. 1, 8, 23
VİVK Md. 4, 16
SAYISAL LOTO BAYİLİĞİNDEN ELDE
EDİLEN GELİRLERİN VE ÖDENEN
İKRAMİYELERİN VERGİLENDİRİLMESİ
Sayısal loto bayiliği faaliyetinden elde edilen komisyon, prim ve benzeri gelirler üzerinden % 15 oranında vergi kesintisi yapılması gerektiği; özel matrah şekline tabi faaliyet kapsamında olan sayısal loto oyunu oynatma karşılığında alınan bedellere ilişkin KDV’nin tamamının önceki safhada beyan edilip ödeneceğinden bu faaliyet nedeniyle KDV mükellefiyeti tesis edilmesine gerek bulunmadığı; 5602 sayılı Kanun’da tanımlanan şans oyunları sonucu kazananlara ödenecek ikramiyelerin istisna tutarını aşması halinde, aşan kısım üzerinden % 10 oranında veraset ve intikal vergisi kesintisi yapılması gerektiği, ancak Milli Piyango İdaresi tarafından tertip ve çekilişi düzenlenen şans oyunlarında kazananlara ödenen ikramiyelerin veraset ve intikal vergisine tabi tutulmayacağı hk.
Özelge talep formunuzda, limited şirket olarak sayısal loto bayiliği aldığınız ve sayısal loto cihazından aldığınız haftalık hesap özetinde gelir vergisi kesintisi yapılmadığı belirtilerek, sayısal loto bayiliğinden elde edilen gelirin nasıl vergilendirileceği ve müşteriye ödenen ikramiyelerden vergi kesintisi yapılıp yapılmayacağı hususlarında Başkanlığımız görüşü sorulmaktadır.
KURUMLAR VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun birinci maddesine göre; sermaye şirketleri, kooperatifler, iktisadi kamu kuruluşları, dernek veya vakıflara ait iktisadi işletmeler, iş ortaklıklarının kazançları kurumlar vergisine tabi olup söz konusu kurumlar vergisi mükelleflerinin kazançları gelir vergisinin konusuna giren gelir unsurlarından oluşmaktadır.
Aynı Kanun’un “Vergi Kesintisi” başlıklı 15. maddesinde de;
“(1) Kamu idare ve kuruluşları, iktisadî kamu kuruluşları, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadî işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, ziraî kazançlarını bilânço veya ziraî işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler; kurumlara avanslar da dahil olmak üzere nakden veya hesaben yaptıkları aşağıdaki ödemeler üzerinden istihkak sahiplerinin kurumlar vergisine mahsuben % 15 oranında kesinti yapmak zorundadırlar:
...
(6322 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle eklenen bent; Yürürlük 01.07.2012) g) Başbayiler hariç olmak üzere 5602 sayılı Kanun’da tanımlanan şans oyunlarına ilişkin bilet, kupon ve benzerlerini satanlara, düzenlenen her türlü bahis ve şans oyunlarının oynatılmasına aracılık edenlere, diğer kişilerce çıkartılan bu nitelikteki biletleri satanlara yapılan komisyon, prim ve benzeri ödemelerden.”
hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu vergi kesintisi oranı 2012/3322 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile % 15 olarak belirlenmiştir.
Buna göre, 01.07.2012 tarihinden itibaren şirketinizin sayısal loto bayiliği faaliyetinden elde ettiği komisyon, prim ve benzeri gelirler üzerinden % 15 oranında vergi kesintisi yapılması gerekmektedir.
KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun; 1/3-b maddesinde, her türlü şans ve talih oyunlarının tertiplenmesi ve oynanmasının KDV’ye tabi olduğu, 8/e maddesinde, her türlü şans ve talih oyunlarını tertip edenlerin KDV’nin mükellefi olduğu, 23/a maddesinde, spor toto oyununda ve milli piyango dahil her türlü piyangoda oyuna ve piyangoya katılma bedelinin özel matrah şekline tabi olduğu hükme bağlanmıştır.
Buna göre, her türlü şans ve talih oyunlarında KDV’nin mükellefi bu oyunları tertipleyen kurum ve kuruluşlar olup, özel matrah şekline tabi bu faaliyetlerde KDV’nin tamamı önceki aşamada bu kurum ve kuruluşlar tarafından beyan edilip ödenmektedir.
Özel matrah şekli uygulamasına ilişkin açıklamaların yer aldığı 89 Seri No.lu KDV Genel Tebliği’nin (B/l) bölümünde de, teslim ve hizmetleri münhasıran vergisi önceki safhada beyan edilen işlemlerden oluşanların katma değer vergisi mükellefi olmayacakları, bu işlemlerin kısmen yapılması halinde ise, mükellefiyetin sadece diğer teslim ve hizmetlerle sınırlı olacağı belirtilmiştir.
Buna göre, sayısal loto oyunu oynatmanız karşılığında aldığınız bedellere ilişkin KDV’nin tamamı önceki safhada beyan edilip ödeneceğinden bu faaliyetiniz nedeniyle KDV mükellefiyeti tesis edilmesine gerek bulunmamakta olup, diğer faaliyetleriniz nedeniyle KDV mükellefiyetinizin bulunması halinde ise söz konusu faaliyetinizi yalnızca 1 No.lu KDV Beyannamesinin 42. satırında beyan etmeniz gerekmektedir.
VERASET VE İNTİKAL VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:
7338 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunan şahıslara ait mallar ile Türkiye’de bulunan malların veraset yoluyla veya herhangi bir suretle olursa olsun ivazsız bir tarzda bir şahıstan diğer şahsa intikalinin veraset ve intikal vergisine tabi olduğu hükme bağlanmıştır. Buna göre, şans oyunlarında kazanılan ikramiyeler de ivazsız intikal kapsamına girdiğinden veraset ve intikal vergisine tabi tutulmaktadır.
Diğer taraftan, Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu’nun 4. maddesinin (e) bendinde, para ve mal üzerine düzenlenen yarışma ve çekilişler ile 5602 sayılı Şans Oyunları Hâsılatından Alınan Vergi, Fon ve Payların Düzenlenmesi Hakkında Kanunda tanımlanan şans oyunlarında kazanılan ikramiyelerin 3.244 TL’sinin (2013 yılı için) vergiden istisna edileceği, aynı Kanun’un 16. maddesinin son fıkrasında da 5602 sayılı Kanun’da tanımlanan şans oyunları ile gerçek ve tüzel kişilerce düzenlenen yarışma ve çekilişlerde kazanılan ikramiyelerin %10 oranında vergilendirileceği ve ikramiyenin ayni olarak ödenmesi halinde, fatura değerinin esas alınacağı belirlenmiştir.
Ayrıca, aynı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasında ise 5602 sayılı Kanun kapsamında şans oyunları düzenleyen ilgili kurum ve kuruluşlar ile yarışma ve çekiliş düzenleyen gerçek ve tüzel kişilerin, ikramiye kazananların ikramiyeleri üzerinden kesilen vergileri bir beyanname ile bildirmek zorunda oldukları; 9. maddesinin üçüncü fıkrasında söz konusu beyannamenin, gerçek ve tüzel kişilerce düzenlenen yarışma ve çekilişler ile 5602 sayılı Kanun’da tanımlanan şans oyunlarında, yarışma ve çekiliş ile müsabakaların yapıldığı günü takip eden ayın 20. günü akşamına kadar verileceği ve bu Kanunun 19. maddesi gereğince kesilen vergilerin beyanname verme süresi içinde ödeneceği hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan, 06.06.1988 tarih ve 19834 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 320 sayılı Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “ Vergi Muafiyeti” başlıklı 53. maddesinde; “İdarenin hasılatı ile bilet, kupon, ilanları, resmi dairelerle olan muhaberatı tertiplediği bilumum oyunları ile yaptığı çekilişlerde kazananların ikramiye ve amortileri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümlere göre, 5602 sayılı Kanun’da tanımlanan şans oyunları ile gerçek ve tüzel kişilerce düzenlenen yarışma ve çekilişler sonucu kazananlara ödenecek ikramiyelerin istisna tutarını aşması halinde, aşan kısım üzerinden %10 oranında vergi kesintisi yapılması ve kesilen vergilerin, yarışma ve çekiliş ile müsabakaların düzenlendiği tarihi izleyen ayın 20. günü akşamına kadar ilgili vergi dairesine beyan edilmesi ve aynı süre içinde ödenmesi gerekmektedir. Ancak, Milli Piyango İdaresi tarafından tertip ve çekilişi düzenlenen şans oyunlarında kazananlara ödenen ikramiyeler veraset ve intikal vergisine tabi tutulmayacaktır.

Maliye Bakanlığı Özelgesi

Tarih   : 23.08.2013
Sayı : 62030549-120[65-2013/77]-1298
GVK Md. 85, 86
ÜCRETLİ OLARAK ÇALIŞAN KİŞİNİN AYNI ZAMANDA SERBEST MESLEK FAALİYETİNDE BULUNMASI HALİNDE ELDE EDİLEN GELİRLERİN VERGİLENDİRİLMESİ
Ücretli olarak çalışan kişinin serbest meslek faaliyetinde bulunması halinde, serbest meslek faaliyetinden elde edilecek kazançların serbest meslek kazanç mükellefiyeti tesis ettirilerek yıllık beyannameyle bildirilmesi gerektiği, tek işverenden alınan ücret gelirinin serbest meslek kazancı kapsamında verilecek beyannameye dahil edilmeyeceği, ancak başka bir işverenden de ücret geliri elde edilmesi halinde birden sonraki işverenden elde edilen ücretlerin toplamının GVK’nın 103. maddesinde yazılı tarifenin ikinci diliminde yer alan tutarı aşması halinde, tamamı tevkif suretiyle vergilendirilmiş tüm ücretlerin yıllık beyanname ile beyan edilmesi gerektiği hk.
Özelge talep formunda, ... Vergi Dairesi Müdürlüğünün ... vergi kimlik numaralı mükellefi olduğunuz, İstanbul Barosuna kayıtlı avukat olduğunuz, bir anonim şirkette idari işlerde yarı zamanlı çalıştığınız ve arta kalan zamanda avukatlık mesleğini icra etmek istediğiniz belirtilerek, şirket bünyesinde yarı zamanlı çalışırken dava avukatlığını da yaparak serbest meslek geliri elde edilmesi durumunda vergi mükellefiyetinin nasıl olacağı ve serbest meslek gelirine ilişkin beyannamelerin internet aracılığıyla nasıl beyan edileceği hususlarında bilgi talep edildiği anlaşılmakta olup, konu hakkında Başkanlığımız görüşleri aşağıda açıklanmıştır.
GELİR VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN:
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 61. maddesinde; “Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.
Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez.” hükmü yer almaktadır.
Aynı Kanun’un 65. maddesinde; her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançların serbest meslek kazancı olduğu ve serbest meslek faaliyetinin sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılması olarak tanımlanmıştır.
Mezkur Kanun’un 94. maddesinin birinci fıkrasında ise; kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zirai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçilerin maddede bentler halinde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaları gerektiği hüküm altına alınmış olup, fıkranın (1) numaralı bendinde göre ise “Hizmet erbabına ödenen ücretler ile 61. maddede yazılı olup ücret sayılan ödemelerden (istisnadan faydalananlar hariç), 103 ve 104. maddelere göre” vergi tevkifatı yapılacağı belirtilmiştir. Ayrıca 2009/14592 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na göre serbest meslek kazancı kapsamına giren ödemelerden sorumlularca %20 nispetinde gelir vergisi tevkifatı yapılması gerekmektedir.
Anılan Kanun’un 85. maddesinde, mükelleflerin ikinci maddede yazılı kaynaklardan bir takvim yılı içinde elde ettikleri kazanç ve iratları için bu Kanun’da aksine hüküm olmadıkça yıllık beyanname verecekleri, bu Kanun’a göre beyanı gereken gelirlerin yıllık beyannamede toplanmasının zorunlu olduğu hüküm altına alınmış olup, 86. maddesinin bir numaralı fıkrasının (b) bendinde, tek işverenden alınmış ve tevkif suretiyle vergilendirilmiş ücretler (birden fazla işverenden ücret almakla beraber birden sonraki işverenden aldıkları ücretlerinin toplamı, 103. maddede yazılı tarifenin ikinci gelir diliminde yer alan tutarı aşmayan mükelleflerin, tamamı tevkif suretiyle vergilendirilmiş ücretleri dahil) için yıllık beyanname verilmeyeceği, diğer gelirler için beyanname verilmesi halinde bu gelirlerin beyannameye dahil edilmeyeceği hükme bağlanmıştır.
Bu hüküm ve açıklamalara göre, icra edeceğiniz avukatlık faaliyetinden elde edilecek kazançlar serbest meslek kazancı olarak değerlendirilecek olup, buna ilişkin serbest meslek kazanç mükellefiyeti tesis ettirilerek elde edilen kazancın yıllık beyannameyle bildirilmesi gerekir. Ayrıca, avukatlık faaliyetinden dolayı tarafınıza yapılan ödemelerin Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinin birinci fıkrasında sayılan kişilerce yapılması durumunda bu ödemeler üzerinden aynı fıkranın (2/b) bendi uyarınca gelir vergisi tevkifatı yapılacağı tabiidir.
Diğer taraftan, anonim şirkette idari işlerde çalışmanız dolayısıyla aldığınız ücret, Gelir Vergisi Kanunu’nun 86. maddesi uyarınca serbest meslek kazancı kapsamında verilecek beyannameye dahil edilmeyecektir. Ancak, başka bir işverenden de ücret geliri elde etmeniz ve birden sonraki işverenden elde ettiğiniz ücretlerin toplamının 103. maddede yazılı tarifenin ikinci diliminde yer alan (2013 yılı için 26.000 TL) tutarı aşması halinde, tamamı tevkif suretiyle vergilendirilmiş tüm ücretlerin yıllık beyanname ile beyan edilmesi gerekmektedir.
VERGİ USUL KANUNU YÖNÜNDEN:
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun Mükerrer 257. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendinde yer alan düzenleme ile Maliye Bakanlığı vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları konulmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye yetkili kılınmıştır.
Beyannamelerin elektronik ortamda gönderilmesi uygulamasına 01.10.2004 tarihinden itibaren başlanılmış olup, beyannamelerin elektronik ortamda gönderilmesi hususuna ilişkin açıklamalar 340, 346, 351, 357, 367, 373, 376 ve 386 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğlerinde yapılmıştır.
376 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile
- Ticari, zirai ve mesleki faaliyetlerinden dolayı gerçek usulde vergilendirilen gelir vergisi mükelleflerine hiçbir hadle sınırlı olmaksızın Yıllık Gelir Vergisi Beyannamesini ve Geçici Vergi Beyannamelerini elektronik ortamda gönderme zorunluluğu,
- Ticari, zirai ve mesleki faaliyetlerinden dolayı gerçek usulde vergilendirilen Gelir Vergisi mükellefleri ile kurumlar vergisi mükelleflerine hiçbir hadle sınırlı olmaksızın Muhtasar ve Katma Değer Vergisi Beyannamelerini elektronik ortamda gönderme zorunluluğu
getirilmiştir.
Öte yandan, Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 15.11.2007 tarihli ve 101431 sayılı genel yazısıyla da Kanun’un Bakanlığımıza verdiği yetkiye istinaden, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na göre ruhsat almış avukatlara elektronik ortamda verilmesi gereken kendi beyannamelerini elektronik ortamda vergi dairesine verebilmek için kullanıcı kodu, parola ve şifre verilmesi uygun görülmüştür.
Buna göre, e-Beyanname uygulamasından yararlanabilmeniz için, örneği 340 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nin ekinde (Ek: 1) yer alan “Elektronik Beyanname Gönderme Talep Formu”nu doldurarak, bağlı bulunduğunuz vergi dairesine müracaat etmeniz ve buradan kullanıcı kodu, parola ve şifre almanız yeterlidir.
Bu şekilde talepte bulunmanız halinde, bağlı bulunduğunuz vergi dairesince 340 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde belirtilen esaslar doğrultusunda kullanıcı kodu, parola ve şifre tarafınıza teslim edilecektir.
Diğer taraftan, istemeniz halinde elektronik ortamda göndermek zorunda olduğunuz beyannamelerinizin, 340 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde belirtilen esaslar doğrultusunda, elektronik ortamda beyanname gönderme aracılık yetkisi almış bulunan meslek mensupları vasıtasıyla durumunuza uyan sözleşmeyi düzenlemek suretiyle elektronik ortamda gönderilebilmesi mümkün bulunmaktadır.

Maliye Bakanlığı Özelgesi

Tarih   : 21.08.2013
Sayı : 38418978-120[46-13/2]-888
GVK Md. 46
GERÇEK USULDE VERGİLENDİRİLEN MÜKELLEFİN TERK ETTİĞİ FAALİYETİN AYNI ADRESTE EŞ TARAFINDAN DEVAM ETTİRİLMESİ HALİNDE BASİT USULDEN YARARLANILIP YARARLANILAMAYACAĞI
Gerçek usulde vergilendirilen mükellefin terk ettiği faaliyetin aynı adreste eş tarafından devam ettirilmesi halinde, terk tarihini takip eden yılın başından itibaren iki yıl geçmedikçe basit usulde vergilendirilmenin mümkün olmadığı hk.
Özelge talep formunda, eşinizin Mart 2013 tarihinde terk ettiği tuhafiye ve kırtasiye faaliyetini aynı adreste sürdürmek istediğinizi belirterek, bu faaliyetiniz nedeniyle basit usulde mükellefiyet tesis edilip edilemeyeceği hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde, her türlü ticari ve sınaî faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu belirtildikten sonra, ticari kazancın, Vergi Usul Kanunu hükümlerine ve Gelir Vergisi Kanunu’nda yazılı gerçek (Bilânço veya işletme hesabı esası) veya basit usullere göre tespit edileceği hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan, aynı Kanun’un 46. maddesinde;
“47 ve 48. maddelerde yazılı şartları topluca haiz olanların ticari kazançları basit usulde tespit olunur.
...
(6322 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişen fıkra, Yürürlük; 15.06.2012) Basit usule tabi olmanın şartlarından herhangi birini takvim yılı içinde kaybedenler, ertesi takvim yılı başından itibaren gerçek usulde vergilendirilirler. Basit usulün şartlarını haiz olanlardan, bu usulden yararlanmak istemediklerini yazı ile bildirenler dilekçelerinde belirttikleri tarihten veya izleyen takvim yılı başından, yeni işe başlayanlar ise işe başlama tarihinden itibaren gerçek usulde vergilendirilirler. Gerçek usulde vergilendirilen mükelleflerden, 47. maddede yazılı şartları taşıyanlardan arka arkaya iki hesap döneminin iş hacmi 48. maddede yazılı hadlerden düşük olanlar, yazılı talepleri üzerine bu şartın gerçekleşmesini takip eden takvim yılından başlayarak basit usule geçebilirler. İşin eş ve çocuklara devri halinde iş hacminin hesabında devirden önceki süreler de dikkate alınır. Sahte veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenledikleri tespit edilenler hiçbir suretle basit usulde vergilendirilmezler.
(6322 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle eklenen fıkra; Yürürlük 15.06.2012) Gerçek usulde vergilendirilmekte iken işini terk eden mükellefler ile basit usulün şartlarını kaybedenlerden gerçek usulde vergilendirilmeye başlamadan önce işini terk eden mükellefler, terk tarihini takip eden yılın başından itibaren iki yıl geçmedikçe basit usule dönemezler. Bu hüküm, işin eş veya çocuklara devri halinde de uygulanır.
...”
hükmüne yer verilmiştir.
Konu ile ilgili olarak yayımlanan 283 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’nin “3.4. İşini terk eden mükelleflerin durumu” başlıklı bölümünde,
“Gerçek usulde vergilendirilenler ile basit usulün şartlarını kaybeden mükelleflerin;
İşin terk edilmesi veya eş ve/veya çocuklara devredilmesi hallerinde ilgisine göre terk veya devir tarihini takip eden yılın başından itibaren iki yıl geçmedikçe basit usule dönmeleri mümkün değildir...”
açıklamasına yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un 47 ve 48. maddelerinde ise basit usule tabi olmanın genel ve özel şartları açıklanmıştır. Kanun’un 51. maddesinde de basit usulün hududu gösterilmiş olup, söz konusu maddenin verdiği yetkiye dayanılarak çıkartılan 12.01.1995 tarihli ve 95/6430 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Büyükşehir Belediyesi olan illerin (Erzurum, Diyarbakır, Sakarya ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’yla Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisine alınan yerlerden, yeni bağlanan mahallelerle birlikte 2000 yılı genel nüfus sayımındaki nüfusu 30.000’den az olan yerler hariç) mücavir alan sınırları dahil olmak üzere büyükşehir belediye sınırları içinde her türlü emtia alım-satımı ile uğraşan mükellefler 01.05.1995 tarihinden itibaren gerçek usulde vergilendirme kapsamına alınmıştır.
Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, söz konusu faaliyetiniz, mücavir alan sınırları dahil olmak üzere büyükşehir belediye sınırları içinde bulunmakla birlikte, 2000 yılı genel nüfus sayımında nüfusu 30.000’den az olan bir yerde yürütülecek olması nedeniyle basit usulden yararlanmanız mümkün bulunmaktadır.
Ancak, gerçek usulde vergilendirilen eşiniz tarafından Mart 2013 tarihinde terk edilen tuhafiye ve kırtasiye faaliyetini aynı adreste yürütecek olmanız nedeniyle, eşinizin terk tarihini takip eden yılın başından itibaren iki yıl geçmedikçe basit usulde vergilendirilmeniz mümkün bulunmamaktadır.

DANIŞTAY KARARLARI

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
Tarih    : 01.04.2013
Esas No         : 2013/1503
Karar No : 2013/10619
4857 s. İş K. Md. 18, 21
İŞ SÖZLEŞMESİNİN TARAFLARIN ANLAŞMASI SONUCU SONA ERDİRİLMESİ HALİNDE İŞ GÜVENCESİ HÜKÜMLERİ UYGULANMAZ
Taraflardan birinin karşı tarafa ilettiği iş sözleşmesinin karşılıklı feshine dair sözleşme yapılmasını içeren açıklamasının ardından diğer tarafın da bunu kabulü ile bozma sözleşmesi (ikale) kurulmuş olacağından işçinin, iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı hk.
İstemin Özeti: Davacı vekili, davacı işçinin iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan feshedildiğini, iş akdinin baskı ile vermiş olduğu istifa dilekçesine istinaden sona erdirildiğini belirterek 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18 ve devamı maddeleri uyarınca feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı işveren vekili, davacının kendi el yazısı ile yazmış olduğu istifa dilekçesine istinaden iş akdini kendisinin sona erdirdiğini, davacının psikolojik baskı görmesi karşısında istifaya zorlandığı hususunun mesnetsiz olduğunu, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacı tanık anlatımlarına itibar edilerek, davacının istifa etmek gibi bir niyetinin bulunmadığı, aile düzeyinde de bir değişiklik olmadığı, özellikle “işten çıkartılmak istenen personelinden istifa dilekçesi istenildiği, bu koşullarda kıdem ve ihbar tazminatının ödendiğini beyan etmesi karşısında bankaya yapılan ödemelerin miktarına nazaran davacının da kıdem ve ihbar tazminatının ödendiği yaklaşık 14 yıllık kıdemi olan davacının tazminat hakkını engelleyecek şekilde işyerinden ayrıldığı iddiasının hayatın olağan akışına uymadığı, işyerinden istifa eden işçiye kıdem-ihbar tazminatı ödemesinin de yapılmış olmasının istifa iddiası ile çeliştiği, iş akdinin işverenlikçe feshedilmesi nedeni ile işverenliğin talebi karşısında kıdem ve ihbar tazminatlarını bir an önce alarak boşta geçireceği sürede ailesini geçim sıkıntısı ile karşı karşıya bırakmama düşüncesi ile yazdığı imzaladığı iş akdinin davalı tarafça haklı ve geçerli bir neden olmaksızın feshedildiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Karar: Taraflar arasındaki iş ilişkisinin bozma sözleşmesi yoluyla sona erip ermediği hususu temel uyuşmazlığı oluşturmaktadır.
İşçi ve işveren iradelerinin iş sözleşmesinin feshi konusunda birleşmesi, bir tarafın feshi niteliğinde değildir. İş Kanunu’nda bu sona erme türü yer almasa da, taraflardan birinin karşı tarafa ilettiği iş sözleşmesinin karşılıklı feshine dair sözleşme yapılmasını içeren açıklamasının ardından diğer tarafın da bunu kabulü ile bozma sözleşmesi (ikale) kurulmuş olur. İş ilişkisi taraflardan her birinin bozucu yenilik doğuran bir beyanla sona erdirmeleri mümkün olduğu halde, bu yola gitmeyerek karşılıklı anlaşma yoluyla sona erdirmelerinin nedenleri üzerinde de durmak gerekir.
Bozma sözleşmesi yoluyla iş sözleşmesi sona eren işçi, iş güvencesinden yoksun kalacağı gibi, kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamayacaktır. Yine 4447 sayılı Yasa kapsamında işsizlik sigortasından da yararlanamayacaktır. Bütün bu hususlar, İş Hukukunda hakim olan işçi lehine yorum ilkesi dikkate alınarak, ikalenin (bozma sözleşmesinin) geçerliliği noktasında işçi lehine değerlendirmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Her şeyden önce bozma sözleşmesi yapma konusunda icapta bulunanın makul bir yararının olması gerekir. İş ilişkisinin bozma anlaşması yoluyla sona erdirildiğine dair örnekler 1475 sayılı İş Kanunu ve öncesinde hemen hemen uygulamaya hiç yansımadığı halde, iş güvencesi hükümlerinin yürürlüğe girmesinin ardından özellikle 4857 sayılı İş Kanunu sonrasında giderek yaygın bir hal almıştır. Bu noktada, işveren feshinin karşılıklı anlaşma yoluyla sona erme gibi gösterilmesi suretiyle iş güvencesi hükümlerinin dolanılması şüphesi ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla irade fesadı denetimi dışında tarafların bozma sözleşmesi yapması konusunda makul yararının olup olmadığının da irdelenmesi gerekir. Makul yarar ölçütü, bozma sözleşmesi yapma konusunda icabın işçiden gelmesi ile işverenden gelmesi ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak ele alınmalıdır.
İşverenin sosyal ve ekonomik üstünlüğünü kullanarak, tazminatları ödemeyi veya benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması veya işçiyi aynı şekilde karşılıklı anlaşma sureti ile iş sözleşmesinin feshine zorlanması halinde, gerçek bir istifa ve ayrılma iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir (Yargıtay 9. HD. 13.10.2008 gün ve 2008/34079 Esas, 2008/26691 Karar sayılı ilamı).
Karşılıklı anlaşma sureti ile iş sözleşmesinin sona erdirilmesi anlaşmasının, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21/son maddesi kapsamında irdelenmesi gerekir. Anılan hükme göre 21. maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri sözleşmeler ile hiçbir suretle değiştirilemez; aksi yönde sözleşme hükümleri geçersizdir. Buna göre feshin geçersizliği istemi, işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırlarını belirleme ve boşta geçen süre ücretinin belirlenmesinde maddedeki kuralların sözleşmelerle değiştirilemeyeceği, aksi sözleşmelerin geçersiz olacağı belirtilmiştir. Dairemiz kararlılık kazanan uygulaması gereği, özellikle iş sözleşmesi devam ederken veya fesih ile birlikte kararlaştıran feshin geçersizliği isteminden vazgeçmeyi içeren sözleşmeleri de geçersiz kabul etmektedir.
Dosya içeriğine göre davacının iş sözleşmesi işten ayrılma isteğine ilişkin 28.12.2011 tarihli istifa dilekçesine dayanılarak ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmesi suretiyle sonlandırıldığı anlaşılmaktadır. Davacı iş sözleşmesinin sonlandırılmasına esas alınan istifa dilekçesinin baskı ile alındığından dolayı iradenin sakatlandığını yeterli ve inandırıcı delillerle kanıtlayamamıştır. Öte yandan davacı öğrenim durumu itibariyle imzaladığı istifa dilekçesinin mahiyetini ve doğuracağı sonuçları takdir ve tayin edebilecek durumdadır. Hal böyle olunca iş sözleşmesinin tarafların iradelerinin birleşmesi ile oluşan anlaşma doğrultusunda feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda, davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gözetilmeden yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
4857 sayılı İş Yasası’nın 20/3. maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
Yukarıda açıklanan gerekçe ile Mahkemenin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına, davanın reddine, oybirliği ile karar verildi.

Danıştay 3. Dairesi
Tarih    : 24.12.2012
Esas No         : 2010/7112
Karar No : 2012/4884
VUK Md. 3
KREDİ KARTIYLA YAPILAN SATIŞ HASILATININ KAYIT VE BEYANLARA DAHİL EDİLDİĞİNİN İSPAT KÜLFETİ MÜKELLEFE AİT
Kredi kartı hesabı borçlandırılmak suretiyle yapılan satışlardan elde edilen hasılatın tümünün kayıt ve beyanlara dahil edildiğinin ispat külfetinin mükellefe ait olduğu hk.
İstemin Özeti: Davacı şirket adına Ekim 2008 döneminde kredi kartı ile yapılan satışlardan elde edilip kayıtlara alınmayan hasılata isabet eden katma değer vergisini beyan etmemesi nedeniyle re’sen salınan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisine karşı dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla, P.O.S. cihazından çekilen ve tarhiyata esas alınan (…) TL’nin işletmenin nakit ihtiyacının giderilmesine yönelik olduğu yolundaki iddiasını kanıtlaması istenen davacı şirket tarafından sunulan belgelerden (…) TL tutarındaki hasılatın kayıtlarına alınmasına karşın katma değer vergisi matrahına sehven eklenmediği anlaşıldığından, tarhiyatın bu tutara isabet kısmında hukuka aykırılık görülmediği, davacı tarafından, kayıt ve beyan dışı bırakılan (…) TL’nin ise faturası malın satışı sırasında düzenlenen kredili satışlara ilişkin olduğu inceleme sırasında ifade edilmesine karşın bu yönde bir araştırma yapılmadan ve davacıya ispat hakkı tanınmaksızın tutarın matraha alındığı anlaşıldığından, bu tutara isabet eden cezalı verginin hukuka uygun düşmediği, öte yandan, matrahın (…) TL tutarındaki kısmının şirket müdürü (…) ve eşi (…)’nin kredi kartından çekilen ve nakit ihtiyacının giderilmesi ve şirkete ilişkin ödemeler için kullanıldığının iddia edilmesi üzerine şirketin finansman ihtiyacı bulunup bulunmadığının tespiti bakımından yaptırılan bilirkişi incelemesinde Ekim 2008 dönemi itibarıyla “Kasa Hesabının” negatif bakiye verdiği, likidite oranlarına esas alınarak yapılan hesaplama sonucu şirketin nakit ihtiyacı bulunduğunun ortaya konulduğu, bu nedenle bu tutarın finansman ihtiyacının karşılanması amacıyla çekildiği sonucuna varıldığı, mahkemelerince yukarıda değinilen tutarların matrahtan indirilmesi suretiyle yapılan hesaplama sonucu davacı tarafından izah edilemediği anlaşılan (…) ile sehven beyan edilmeyen (…) TL’den oluşan toplam (…) TL tutarındaki hasılata isabet eden cezalı vergide hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle dava (…) TL’ye isabet eden cezalı vergi yönünden reddedilmiş, matrahın diğer kısımlarına isabet eden cezalı vergi kaldırılmıştır. Davalı idarece; P.O.S. cihazının satış aracı olduğu, inceleme raporu uyarınca yapılan tarhiyatta Kanuna aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek kararın terkine ilişkin kısmının bozulması istenmiştir.
Karar: Temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, kararın şirket ortağı ve eşinin kredi kartından çekilip nakit ihtiyacı için kullanıldığı sonucuna varılan (…) TL’ye isabet eden cezalı verginin kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinin (B) işaretli bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemlerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği kurala bağlanmış, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan ve olayın özelliğine göre normal ve olağan olmayan bir durumun iddia olunması halinde iddia eden taraf bu iddiasını kanıtlamakla yükümlü kılınmıştır.
Davacı şirketin P.O.S. cihazıyla yaptığı (…) TL tutarındaki satışa isabet eden katma değer vergisini beyan etmediği ileri sürülerek tarh matrahına alınan bu tutara isabet eden cezalı verginin vergi mahkemesince; davacı şirket yetkilisince tutarın inceleme sırasında açık hesap olarak izlenen kredili satışlara ilişkin olduğu ileri sürülerek bu ödemelere ait slipler sunulduğu halde, bu yönde bir inceleme yapılmadan ve davacıya kanıt hakkı sağlanmadan bu tutarın matrahın alınmasının hukuka uygun düşmediği gerekçesiyle kaldırıldığı anlaşılmaktadır.
Kredi kartı hesabı borçlandırılmak suretiyle yapılan satışlarda müşterinin imzasıyla onayladığı nüshası, satıcıda kalan slipler ve kredi kartı hesabına ait bilgiler, müşteri ile yapılan satış işleminin tarihi, konusu ve miktarının saptanmasına olanak sağladığından, bu şekilde yapılan satışlara ait hasılatın bir kısmının kayıtlara alınmadığının saptanması halinde; yapılan satışlardan elde edilen hasılatın tümünün kayıt ve beyanlara dahil edildiği ispat külfeti yukarıda yer verilen Yasa kuralı gereği davacıya aittir.
Davacı tarafından P.O.S. cihazı ile yapılan satışların bir kısmının kredili satışlara ilişkin olduğu iddiasıyla açılan davada vergi mahkemesince kredili satışlardan oluştuğu kabul edilen (…) lira hasılatın vergilendirme döneminde yapılan satışlara ya da daha önceki aylarda yapılıp bu dönemlerde karşılığı tahsil edilen satışlara ilişkin olup olmadığının tespiti bakımından kanıt yükü kendisine düşen davacıdan kredili olduğu iddia edilen satışlara ilişkin faturalar ve kredi kartı slipleri istenerek yapılacak inceleme sonucu karar verilmesi gerekirken kanıt yükü davalı idareye yüklenerek verilen kararın değinilen matrah farkına isabet eden cezalı vergiye ilişkin hüküm fıkrası hukuka uygun görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kısmen reddine ve Vergi Mahkemesinin kararının (…) TL’ye isabet eden cezalı vergiye ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, istemin kısmen kabulü ile kararın (…) TL’ye isabet eden cezalı vergiye ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay 3. Dairesi
Tarih    : 28.11.2012
Esas No         : 2010/2303
Karar No : 2012/3985
GVK Md. 37, 65
YAZILIMI YAPILAN BİLGİSAYAR PROGRAMINDAKİ OYUNUN BEDEL KARŞILIĞI İNTERNET KULLANICILARINA SUNULMASINDAN ELDE EDİLEN KAZANÇ
İnternet servis sağlayıcılarından sanal alan kiralamak suretiyle kurulan internet sitesinde yazılımı yapılan bilgisayar programındaki oyunun belli bir bedel karşılığı internet kullanıcılarına sunularak elde edilen kazancın ticari kazanç olduğu hk.
İstemin Özeti: Davacının kurduğu internet sitesi aracılığıyla ve kendisi tarafından oluşturulan bilgisayar yazılımındaki 101 adlı oyunu belli bir bedel karşılığı internet kullanıcılarına sunarak elde ettiği gelirin ticari kazanç olduğu görüşüyle adına 2003 yılı için takdir komisyonu kararına dayanılarak re’sen salınan bir kat vergi ziyaı cezalı gelir vergisi ile 2003 yılının tüm dönemleri için re’sen salınan bir kat vergi ziyaı cezalı geçici vergilerin kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; davacı tarafından borland delphi program diliyle yazılan oyuna ilişkin programın internet ortamında yayınlanarak kiraya verilmesi ya da telif haklarının bütünüyle devredilmesi suretiyle gerçekleştirilen bu faaliyetten elde edilen kazancın serbest meslek kazancı olduğu ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca gelir vergisinden müstesna tutulması gerektiği, söz konusu faaliyetin mudat ve sürekli bir şekilde yapılması ile arızi olarak yapılması arasında bir ayrım bulunmadığı gerekçesiyle tarhiyat kaldırılmıştır. Davalı idare tarafından, 101 adlı oyun salonundan elde edilen kazancın serbest meslek kazancı olmadığı ve bu nedenle 193 sayılı Yasa’nın serbest meslek kazancı istisnasını düzenleyen maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Karar: (…) Meslek Yüksek Okulunda okutman olarak görev yapan davacının 01.01.2003 tarihinden itibaren elde ettiği internet gelirlerinin ticari kazanç olduğu yolunda düzenlenen basit rapor üzerine takdir komisyonu kararı ile takdir edilen matrah üzerinden yapılan tarhiyat vergi mahkemesince, davacının faaliyetinin serbest meslek faaliyeti olarak kabul edilip, bu faaliyetten elde ettiği kazancın 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenen istisna kapsamında olduğu ve vergilendirilemeyeceği gerekçesiyle kaldırılmıştır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 65. maddesinin birinci fıkrasında her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancı; ikinci fıkrasında sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilim veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlemin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılması serbest meslek faaliyeti olarak tanımlanmış, aynı Yasa’nın 18. maddesinde de, bilgisayar programcılarının bilgisayar yazılımı eserini bilgisayar ve internet ortamında yayınlama veya bunun üzerindeki mevcut hakları devir ve temlik etmek ya da kiralamak suretiyle elde edilen hasılatın gelir vergisinden müstesna olduğu kurala bağlanmıştır.
193 sayılı Yasa’nın 65. maddesindeki tanımdan da anlaşılacağı üzere serbest meslek faaliyetinin unsurlarından birisi de faaliyetin ticari nitelikte olmamasıdır. Aynı Yasa’nın 37. maddesinin birinci fıkrasında ticari kazanç, her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançlar olarak tanımlanmış olup, ticari işletmenin tanımı ise uyuşmazlık döneminde yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda yapılmıştır. Buna göre bir ticarethane veya fabrika ya da ticari bir şekilde işletilen diğer müesseseler ticari işletme sayılmış, Yasa’nın “Ticari Şekilde İşletilen Diğer Müesseseler” başlıklı 13. maddesinde, esnaf veya güzel sanatlar erbabından birinin gerek bizzat gerek işçi çalıştırarak veya makine kullanarak eserler vücuda getirmesi ve bu eserleri satması amacıyla açılan bir müessesenin, işlerinin hacim ve ehemmiyeti, ticari muhasebeyi gerektirdiği ve ona ticari veya sınai bir müessese şekil ve mahiyetini verdiği takdirde ticari işletme sayılacağı hükme bağlanmıştır. Ticari kazançlar esas itibarıyla sermaye ve emek kaynağına bağlı olarak ticari bir organizasyona dayanır. Serbest meslek faaliyeti özelliklerini taşısa dahi ticari bir organizasyon içinde yapılan faaliyetten elde edilen gelirin ticari kazanç sayılması ve ticari kazanca ait hükümlere göre vergilendirilmesi gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; davacı hakkında düzenlenen basit raporda; davacının yazılımını kendisinin yaptığı bilgisayar programındaki 101 adlı oyunu kendi kurduğu internet sitesinde üyelerine belli bir bedel karşılığında kullanıma açtığı ve söz konusu sitede yayınladığı, muhtelif banka hesaplarına 2003 yılından 2006 yılının sonuna kadar toplam (…) TL tutarındaki paranın yatırıldığı tespit edilmiş, davacı inceleme elemanına verdiği ifadede, internet sitesinde programın ek avantajlardan yararlanan yaklaşık 1000 kişinin ücret ödediğini, tahsilatların banka aracılığıyla gerçekleştirildiğini, ücret ödemeleri ve servis sağlayıcılarına ödenen kira bedeli ve başka giderlerinin de bulunduğunu beyan etmiştir.
Uyuşmazlık döneminde, davacının eseri üzerinde başkasının tasarruf etmesi için telif hakkının satılması veya devredilmesi söz konusu olmayıp, davacının ödeme yaparak internet servis sağlayıcılarından sanal alan kiralamak suretiyle kurduğu internet sitesinde üyelerine belli bir bedel karşılığında oyun hizmeti sunduğu taraflar arasında tartışmasız olup, bu hizmet sunulurken eleman çalıştırıldığı da davacının ifadesinden anlaşılmaktadır. Söz konusu faaliyet ticari bir organizasyona dayalı olup, işlemin elektronik ortamda gerçekleştirilmesi veya bilgisayar oyununun yazılımının Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre eser niteliği taşıması faaliyetin ticari niteliğini değiştirmez.
Yapılan bu açıklamalar dikkate alındığında, dava konusu tarhiyata neden olan faaliyetin ticari faaliyet olduğu ve bu faaliyetten elde edilen kazancın ticari kazanç hükümlerine göre vergilendirilmesi gerektiği sonucuna varıldığından, vergilendirmeye konu kazancı telif kazancı olarak kabulü suretiyle vergiden müstesna tutulan serbest meslek kazancı olduğu yönünde verilen vergi mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Kararın, davacının söz konusu faaliyete başladığı tarihin, davacının bu husustaki iddiaları da incelenerek belirlenmesi suretiyle uyuşmazlığa konu dönemde, faal olunup olunmadığının ve kazanç tahakkuk edip etmediğinin tespiti ile tarh matrahının miktarı yönünden yapılacak inceleme sonucuna göre yeniden karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oyçokluğuyla karar verildi(*).

Danıştay 9. Dairesi
Tarih    : 17.09.2012
Esas No         : 2009/3957
Karar No : 2012/4625
VUK Md. 371
İNCELEME DÖNEMİNE AİT OLMAYAN BEYANNAMENİN PİŞMANLIKLA VERİLMESİ
Defter ve belgeler vergi incelemesinde olsa da inceleme dönemine ilişkin olmayan beyannamenin pişmanlıkla verilebileceği, pişmanlıkla beyanname verme isteminin kabul edilmemesinde isabet bulunmadığı hk.
İstemin Özeti: Davacı tarafından 2006/Aralık dönemine ilişkin katma değer vergisi düzeltme beyannamesinin pişmanlıkla verilmek istenmesine karşın pişmanlık talebi kabul edilmeyerek kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesinin kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.
Karar: Uyuşmazlıkta; davacı tarafından pişmanlıkla verilmek istenen katma değer vergisi düzeltme beyannamesinin kabul edilmeyerek kesilen vergi ziyaı cezasına karşı açılan davayı reddeden vergi mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Pişmanlık ve Islah” başlıklı 371. maddesinin 2. bendinde, haber verme dilekçesinin yetkili memurlar tarafından mükellef nezdinde herhangi bir vergi incelemesine başlandığı veya olayın takdir komisyonuna intikal ettirildiği günden evvel verilmesi halinde mükelleflere vergi ziyaı cezası kesilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Vergi mahkemesince, davacının defter ve belgelerinin vergi incelemesinde olduğu gerekçesiyle pişmanlık talebinin kabul edilmeyerek kesilen cezaya yönelik olarak açılan davanın reddi yolunda karar verilmiş ise de, dosyada bulunan vergi dairesi yazısında, davacı hakkında 2006/Aralık dönemine ilişkin olarak vergi incelemesi bulunmadığı, incelenen dönemlerin 2007/Haziran ve Temmuz dönemleri olduğu belirtildiğinden pişmanlık talebinin kabul edilmemesi suretiyle kesilen cezada Yasa’ya uygunluk bulunmadığından yazılı gerekçeyle verilen kararın bozulması gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

Trafik Kazalarında SGK ve Sigorta Şirketlerinin Sorumluluğu

Yazarlar: Zeynep Sena KARAMAN*
                Halil Ufuk KÖK**
Yaklaşım / Kasım 2013 / Sayı: 251


I- GİRİŞ
Trafik kazalarında kazalının tüm tedavi masrafları Sosyal Güvenlik Kurumu(SGK)’unca karşılanmakta, kazaya uğrayan sigortalıya çalışamadığı sürelerde geçici iş göremezlik ödeneği ödenmekte, trafik iş kazalarında iş kazası geliri ve şartları mevcutsa ölüm aylığı bağlanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu(1) ile trafik kazalarında Kurum’un rücu hakkında önemli değişikliklere gidilmiştir. Ayrıca 13.02.2011 tarihli 6111 sayılı Kanun’un 59. maddesi ile(2) 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 98. maddesi değiştirilmiş ve kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın tüm tedavi giderlerinin SGK tarafından karşılanacağı düzenlenmiştir.
Bu çalışmada trafik kazası olması durumunda tedavi masrafları bakımından Kurum’un ödeme yükümlülüğü ve sigorta şirketlerinin sorumlulukları hakkında Yargı Kararları da dikkate alınarak değerlendirme yapılacaktır. 
II- TRAFİK KAZALARINDA TEDAVİ MASRAFINDAN SORUMLULUK
Yasa koyucu tarafından, trafik kazası nedeniyle sağlık hizmet sunucularınca verilen tedavi hizmet bedellerinin tamamının SGK tarafından karşılanması esasının getirilmesi amacıyla 25.02.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 13.02.2011 tarih 6111 sayılı Kanun’un 59. maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 98. maddesi değiştirilmiş, anılan değişiklik ile “Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın SGK tarafından karşılanır. Trafik kazalarına sağlık teminatı sağlayan zorunlu sigortalarda; sigorta şirketlerince yazılan primlerin ve Güvence Hesabınca tahsil edilen katkı paylarının %15’ini aşmamak üzere, münhasıran bu teminatın karşılığı olarak Hazine Müsteşarlığı’nca sigortacılık ilkeleri çerçevesinde maktu veya nispi olarak belirlenen tutarın tamamı sigorta şirketleri ve 03.06.2007 tarih ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 14. maddesinde düzenlenen durumlar için Güvence Hesabı tarafından SGK’ya aktarılır. Söz konusu tutar, ilgili sigorta şirketleri için sigortacılık ilkelerine göre ayrı ayrı belirlenebilir. Aktarım ile sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının bu teminat kapsamındaki yükümlülükleri sona erer. Hazine Müsteşarlığı’nın bağlı bulunduğu Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu söz konusu tutarı %50’sine kadar artırmaya veya azaltmaya yetkilidir...” hükmü getirilmiştir.
Başbakanlık (Hazine Müsteşarlığı) tarafından da Trafik Kazaları Nedeniyle İlgililere Sunulan Sağlık Hizmet Bedellerinin Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik(3) yayımlanmıştır. Anılan Yasa ve Yönetmelik çerçevesinde trafik kazaları sonucu oluşan sağlık giderlerinin karşılanmasına ilişkin usul ve esaslar SGK’nın  2012/5 sayılı Genelgesi ile belirlenmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu süresinde aktarılmayan prim ve katkı payları için sigorta şirketlerine karşı 5510 sayılı Kanun’un 89. maddesine göre takip yaparak tahsil yetkisi bulunduğu gözetildiğinde, trafik kazası nedeniyle sigortalıya yapılan tedavi giderleri için prim aktarımı yapılmış olması şartına bağlı olmaksızın, 6111 sayılı Kanun’un 59. maddesi ile 2918 sayılı Kanun’un 98. maddesinde yapılan değişikliğin yürürlük tarihi olan 25.02.2011 tarihinden itibaren, sigorta şirketlerine, Güvence Hesabına, sürücü ve işletene karşı, Kurum’un rücu hakkının sona erdiği görüşünü benimsemiştir(4). Bu sebeple 25.02.2011 tarihinden itibaren bedeli sigorta şirketi tarafından ödenmemiş tedavi masraflarından (trafik kazası bu tarihten önce veya sonra gerçekleşmiş olsun fark etmemektedir)  sigorta şirketleri değil SGK sorumlu olacaktır.
SGK’nın 2012/5 sayılı Genelgesi ile düzenlendiği üzere trafik kazalarına bağlı tıbbi malzeme, ilaç, yol, gündelik ve refakatçi giderleri Kurum tarafından SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) hüküm ve ekleri esas alınarak Kurum’ca karşılanmaktadır.
Yasal düzenleme öncesi kazalı poliçe limiti dahilinde yapmış olduğu tüm tedavi masraflarını sigorta şirketi veya kazayı yapan aracın mali mesuliyet sigortası yoksa veya kazayı yapan araç belirsizse Güvence Hesabından alabilmekte idi. Yasal düzenleme sonrası ise SGK tarafından SUT hükümlerine göre ödeme yapılarak ödenecek tutar sınırlandırılmıştır. Bu husus çekişme konusu olabilecektir. Bizim kanaatimiz Yasa ödenecek tedavi masraflarının kapsamına yönelik olarak SGK’ya, SUT’a göre ödeme yapılmasını sağlayıcı bir alan bırakmaktadır. Ödemeler SUT hükümleri ile sınırlandırılmış ise de SGK ödemelerini poliçe limiti ile sınırlamadığından burada denge sağlanmıştır. Ayrıca SUT hükümlerine göre ödeme yapılacak olması bu hususta oluşabilecek suiistimalleri de önleyici niteliktedir.
SGK trafik kazası sebebi ile ödemiş olduğu tedavi masraflarını 5510 sayılı Yasa’nın 76. maddesi uyarınca kusurlu kişilerden tazmin etme hakkına sahiptir. Fakat trafik kazalarında çoğunlukla kusurlu kişiler, sürücü ve işleten olacağından artık iş kazası olsun olmasın trafik kazalarında tedavi masrafı bakımından SGK’nın rucuen tazminat davası açma hakkı kalmamıştır. Çok spesifik olaylarda bu mümkün olabilecektir. Örneğin trafik kazası karayolundaki kusur nedeniyle gerçekleşmesi durumunda Karayolları Genel Müdürlüğü’ne tedavi masrafı bakımından dava açılabilecektir.
2012/5 sayılı genelgede de belirtildiği üzere yasal düzenleme tarihi olan 25.02.2011 tarihinden önce meydana gelen trafik kazaları nedeniyle ilgili sigorta şirketlerinden ve Güvence Hesabından tahsil edilen tutarlar bakımından ilgili sigorta şirketlerine ve Güvence Hesabına herhangi bir iade yapılmamaktadır.
Ayrıca yasal düzenlemeler uyarınca SGK tedavi görene veya tedavi masrafı ödenmemiş ise Kurumla sözleşmeli/protokollü üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarına ödeme yapabilecektir.
Örneğin yasa sonrası sorumluluğu kalktığı halde aracın mali mesuliyet sigortası yapan sigorta şirketi, tedavi masrafını ödemiş ise veya özel sağlık sigorta şirketi tedavi masrafını ödemiş ise ödemiş olduğu bu tutarı SGK’ya tazmin ettirmesi hukuken mümkün olamayacaktır. Geçiş döneminde sorun yaşanmaması bakımından SGK, sigorta şirketlerine ödeme yapmıştır fakat bu durum süreklilik arz etmeyecektir.  Nitekim benzer bir davada özel sağlık sigorta şirketi sigortalısı adına ödemiş olduğu sağlık giderinin SUT’a isabet eden kısmını, ödemenin kendilerince yapılmasa idi SGK tarafından yapılacağını iddia ederek SGK’dan talep etmiştir.  Yargıtay 11. Hukuk Dairesi özel sağlık sigorta şirketinin sigortalattığı kişinin yasal halefiyet hakkını sadece zarar sorumlularına karşı kullanabilmesinin mümkün olduğuna, zarar sorumlusu olmayan SGK’ya rücu hakkının olmadığına karar vermiştir(5).
III-  GEÇİCİ İŞ GÖREMEZLİK ÖDENEĞİ TEDAVİ MASRAFI KAPSAMINDA DEĞİLDİR
Trafik kazası geçiren sigortalıya trafik kazası nedeniyle yaralanma tarihi ile tedavi sonrasında tamamen iyileşmesine kadar geçen süre içinde, diğer bir anlatımla geçici sakatlık döneminde iş kazası veya hastalık sigortasından geçici iş göremezlik ödeneği ödenmektedir.
Sigorta şirketleri geçici iş göremezlik ödeneğinin maddi zarar kapsamında olmadığını veya yeni düzenleme sonrası tedavi masrafı kapsamında olduğunu iddia ederek geçici iş göremezlik ödeneğinden sorumlu olmayacaklarını savunmaktadırlar.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu trafik kazası sonucu yaralanmanın doğal bir sonucu olan ve kişi iyileşinceye kadar geçen geçici sakatlık döneminde ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin, 2918 sayılı Kanun’un 85. maddesi kapsamı içinde yer alan bedeni zararlardan olması ve ayrıca aynı Kanun’un 92. ve Genel Şartların 3. maddesi ile kapsam dışında bırakılan tutarlar içinde bulunmaması nedeniyle tedavinin gerektirdiği gider olarak zorunlu mali sorumluluk sigortası (trafik sigortası) kapsamında olduğunu kabul etmektedir.
Geçici iş göremezlik ödeneği maddi zarar kapsamındadır. Nitekim sigortalı ve hak sahiplerinin açmış oldukları maddi tazminat davalarında da Kurum’un ödediği geçici iş göremezlik ödenekleri maddi zarar miktarından düşülmektedir. Bu sebeple geçici iş göremezlik ödeneği tedavi masrafı içerisinde düşünülemeyeceğinden 13.02.2011 tarih 6111 sayılı Kanun’un 59. maddesi ile 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 98. maddesinde yapılan değişiklik sonrası da sigorta şirketleri geçici iş göremezlik ödeneğinden sorumlu olacaklardır.
IV- SONUÇ
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Kararı(6) ile trafik kazalarında tedavi masraflarındaki hukuki belirsizlik büyük oranda giderilmiştir. Yeni düzenleme SGK’nın tüm trafik kazasına yönelik davalarda taraf olmasının önünü açarak ayrı bir yük oluşturmuştur. Zaman içerisinde bu yeni yasal düzenlemeden kaynaklı davalarla işleyişteki diğer belirsizlikler giderilebilecektir.


*           İstanbul Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdür Yrd.
**          İstanbul Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürlüğü, Yetkili Avukat
(1)         16.06.2006 tarih ve 26200 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
(2)         25.02.2011 tarihli Gazete’de yayımlanmıştır.
(3)         27.08.2011 tarih ve 28038 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
(4)         Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 13.03.2013 tarih ve E. 2012/10-1156, K. 2013/339 sayılı Kararı.
(5)         Yrg. 11. HD.’nin, 06.05.2013 tarih ve E. 2012/9614, K. 2013/9161 sayılı Kararı.
(6)         Yrg. HGK’nın, 13.3.2013 tarih ve E. 2012/10-1156, K.2013/339 sayılı Kararı.